“Bazıları zengin doğar. Doğdukları
andan itibaren ölümlerine dek sahip oldukları para ve şöhretin arkasına
bir ruh gibi gizlenir, bütün yaşamları boyunca daha çok servet sahibi olma
arzusuyla kendilerini yiyip bitirir, en sonunda ise, ölümün geldiğini
gösteren melek kapılarını çaldığında son bir gayretle sarı külçeleri
sıkıca tutarlar.Bazıları ise, tanrının kendilerine lütufları olan özel
yeteneklerini kullanarak yaşamlarını bir şekilde daha kolay hale getirmeye
çalışır. Kimileri de doğuştan şanslıdır. Sanırım Xhoul Geceçöküşü en rahat
ikinci kategoriye sokulabilirdi. Çünkü ilk kategoriden yoksundu, son
kategoriden ise hayatı süresince çok az yardım gördü. Xhoul, çok fakir ve
bir o kadar da yardıma muhtaç bir ailenin ilk oğlu olarak dünyaya geldi.
Çocukluğu sokak aralarında, maddi durumu kendilerinden daha iyi olan
insanların cepleriyle haşır neşir bir şekilde geçti. Elleri o kadar
kıvrak, gölgelerin içinde o kadar rahattı ki arkadaşları ona kendi
aralarında "Gecenin Çöküşü" demeye başladı...
“Günlerden birgün şehirlerine,
kara pelerinlerinin altındaki kırmızı gözleri yanan bir kömür parçası gibi
parıldayan, baştan aşağı çelikten yapılmış zırhlar giymiş dört atlı geldi.
Bu atlılar şehirdeki insanlara teninin rengi altın sarısı gibi ışıldayan,
saçının rengi ise cehennemin
dibindeki zindanlarda yanan kor ateşlerden daha kırmızı olan birini
sormaya başladılar. Bu tarif tam da Xhoul'u andırıyordu. Atlılar etraftaki
insanlardan aldıkları bilgiyle Xhoul'un evini elleriyle koymuşçasına
çarçabuk buldular ve kapıyı kırıp içerideki herkesi kılıçtan geçirdiler.
Bu sırada Xhoul dışarıda, yeni tanıştığı bir güzelle gönül eğlendiriyordu.
Eve döndüğünde, hayatta kendini adadığı tek varlık olan ailesinin
katledildiğini görünce içinde öç alma duygusu karşı konulmaz bir biçimde
yükseldi. O hayatı boyunca kendine bakanları büyüleyen okyanus mavisi
gözleri birden karardı ve kendi soyadına yakışan bir şekle büründü. Derken
elleri büyümeye, büyüdükçe pençeye benzer bir hal almaya başladı. Sonradan
bütün vücudu değişime uğradı. Yüzü kolay kolay kimsenin bakamayacağı bir
cehennem iblisinin yüzüne dönüştü. Vücudunun her yerinden kaslar ve tüyler
çıktı. Altın sarısı olan teni karardı ve kahverengiye çalan bir renge
sardı bütün bedenini. Arkasında, tam omuzlarının orada dayanılmaz bir acı
onu kemirdi. İki tane kendi etinden parça, sırtında yavaş yavaş büyümeye
ve genişlemeye başladı. O parçalar birkaç saniye sonra devasa iki kanat
biçimini aldı. Değişim tamamlandığında dönüp aynaya baktı. Gördükleri onu
gerçekten ürküttü.
Sokağa ilk adımını attığında dışarıda çeşitli oyunlar oynamakta olan
çocuklar irkildi ve gözlerinde dehşet dolu ifadelerle birkaç adım
gerildiler. Xhoul ise, içinde bulunduğu yeni vücudun gücünü gösterircesine
kulakları sağır eden bir çığlık attı. Kanatlarını iyice gerdi ve sanki bu
işi ilk defa yapmıyormuşcasına gökyüzünün sonsuz maviliği altında
süzülmeye
başladı…
Dört kara atlı olabildiğince hızlı bir biçimde ormanları, dereleri,
ovaları bir bıçak edasıyla yarıp yollarına devam ediyorlardı. Güneş doruğa
ulaşmış, yeryüzünü kavuruyordu. Atlılar bir ağaçlık gölgesi bulup orada
dinlenmeye karar verdiler. Atlarını gölgelerine sığındıkları kavak
ağaçlarına bağlayıp, yanlarında usulca akmakta olan derenin kenarına
indiler. Sonradan bir ateş yakıp etrafına oturdular. Ama bu ateş onlardan
çok onları deli gibi arayan birine yaradı.Dört atlı görevlerini tamamlamış
olma düşüncesinin verdiği rahatlıkla gülüp birbirlerine bir şeyler
anlatıyorlardı. Ama birden önlerinden ejderhaları andıran bir varlık
akıl almaz bir süratle geçti ve geçerken atlılardan birini de kapıp
götürdü. Başlarını yukarıya çevirdiklerinde canavarın yakaladığı
arkadaşlarına art arda pençeler indirdiğini gördüler. Birkaç pençe
darbesinden sonra yaratık arkadaşlarını bıraktı ve onun cansız bedeni,
yaktıkları ateşin dibine bir beton bloğu gibi büyük bir gürültüyle düştü.
Atlılar ilk şoku atlattıktan
sonra hemen kaçmaya başladılar. Xhoul da onların peşine düştü. En öndeki
atlı bir anlığına geri baktı ve iki arkadaşının zebaninin dişleri arasında
nasıl can verdiğini gördü. Sıra ondaydı. Xhoul aralarındaki mesafeyi yavaş
yavaş kapadı ve ona çok yaklaştığında atının arka baldırına pençesiyle
büyük bir yara açtı. At feryat edip yere yığıldı. Kara pelerinli atlı
sürünerek kaçmaya yeltendi ama iblis onu kıskıvrak yakaladı. Sonra ona onu
öldürmeden önce niye ailesinin yaşamına son verdiklerini sordu. Adam tir
tir titreyen bir sesle, yutkunarak cevap verdi. Ona bir hikaye anlatmaya
başladı.
Dedi ki:
"Her şeyin yaratılışından önce Melev varmış, Kederli Olan. Bütün evrenin
tek hakimi O'ymuş. Ama çok yalnızmış. Bu sonu belli olmayan alemde tek
başına sıkıntıdan patlıyormuş. Birgün dayanamamış, dizlerinin üzerine
çöküp ağlamaya başlamış. O kadar içten ağlamış,o kadar içten ağlamış ki,
gözyaşlarından evrenin en güzel yaratığı ve tanrıçası Zsen meydana gelmiş.
Sonradan ikisi mutlu olup bu boşluğu doldurmanın yollarını aramaya karar
vermişler. Yedi evlat vermiş Zsen Melev'e. Bunların ikisi kız, beşi
erkekmiş. Melev her çocuğuna farklı bir erdem bahşetmiş. Landelor tabiat
olaylarından sorumluymuş. Inka gökyüzü tanrısıymış. Ülkesi bulutların
üzerinde ve kendisi Ay'ı kontrol etme gücüne sahipmiş. Deathyr ölümün ve
kaderin yegane bekçisiymiş. Delhi ise mutluluğun ve huzurun tanrıçasıymış.
Yawana da güzellik ve zarafetin. Kuvvet ve çeviklik denince akla
Aistor'dan
başkası gelmezmiş.Melev kötülüğün olmadığı yerde iyiliğin bir şey ifade
etmeyeceğini bildiğinden Ixabar'ı, ateşin ve nefretin tek hükümdarını
yaratmış. Sonra her bir çocuk içinde yaşayabilmek için kendine bir dünya
meydana getirmiş ve oralara inip oraları kendi istekleri doğrultusunda
doldurmaya başlamış. Melev her çocuğuna birer kolye vermiş. Çocuklar bu
kolyeleri kullanarak ileride yaratacakları diğer ırkları kontrol
edebileceklermiş. İlk başta her şey çok güzelmiş. Herkes birbiriyle gayet
iyi geçiniyormuş. Ta ki sonradan Ixabar ve Deathyr bir olup diğer
tanrılara savaş açana dek. Mutluluk ve huzur ortamı bozulmuş, yerini kan
ve ölümün toprağı süslediği zamanlar almış. Aradan çok uzun süre geçmiş ve
savaşlar sürmüş. Ama birgün, Ixabar büyük oğlu Morath tarafından
öldürülmüş. Ixabar'ın eşi Nymall'da, diğer yavrusu olan küçük Savage'in
tehlikede olduğunu düşünerek başka bir diyara kaçırmış. O gün bu gündür
Morath küçük kardeşini öldürmek için arıyor ve sonunda buldu. O SENSİN!"
Bu
sözlerden sonra Xhoul afalladı ve atlıyı bırakıp gökyüzünde kayboldu.
Kendi kendine "Şimdi ne yapmalıyım?" dedi…"